DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, Türkiye Barolar Birliği Hukuku Kurultayı”nda

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, Türkiye Barolar Birliği Hukuku Kurultayı”nda yaptığı konuşma

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, Türkiye Barolar Birliği Hukuku Kurultayı”nda
  • 28 Mayıs 2016, Cumartesi 14:23

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, Türkiye Barolar Birliği Hukuku Kurultayı”nda yaptığı konuşma

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, Türkiye Barolar Birliği Hukuku Kurultayı”nda yaptığı konuşma:

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, Türkiye Barolar Birliği Hukuku Kurultayı”nda yaptığı konuşma

Sayın Başkan, Sayın Bakan, konfederasyonlarımızın, sendikalarımızın sayın başkan ve yöneticileri, sevgili işçi kardeşlerim, değerli hukukçular, değerli basın emekçileri, toplantının hazırlanmasında emeği geçen Türkiye Barolar Birliği Emek Komisyonu’nun değerli üyeleri, hepinizi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK adına selamlıyor, saygılarımı sunuyorum.

Emeğin hukukunun her geçen gün daha çok ihlal edildiği bir dönemde böyle bir kurultayın yapılmasını anlamlı buluyor, bu kurultayın yapılmasına önayak oldukları için sayın başkan Metin Feyzioğlu’nu ve şahsında tüm yönetim kurulu üyelerini kutluyorum.

Yüzde 95’i örgütsüz olan, açlık sınırının altında ücretlerle ölümüne çalıştırılan, kayıtdışı çalışmaya, dünyanın en uzun çalışma saatlerine mahkum edilen, taşeron cehennemine sürüklenen, hemen her gün iş kazalarında ölen, işçi sınıfının mevcut kölece çalıştırma biçimlerini yeterli görmeyen iktidar, yeni saldırılara teşebbüs edeceğini seçim öncesi açık açık ilan etmektedir.

Kıdem tazminatının kaldırılması, özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi verilmesi, kadınların geçici-güvencesiz işlerde çalıştırılması gibi düzenlemelerin seçim sonrasında gündeme geleceği ilan edilmektedir.

Bugün Türkiye’de sendikalı olmak en yaygın işten atılma gerekçesi haline gelmiştir. Barajları-yetki süreçlerini aşıp toplu iş sözleşmesi hakkına kavuşmak neredeyse olanaksızlaştırılmıştır. Anayasal bir hak olan grev, ülkemizde fiilen yasaklamıştır.

Kendi döneminde 15 bin işçinin ölümüne rağmen hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda hiçbir önerimizi dikkate almayan bir iktidara karşı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, sınıf mücadelesinin en önemli mücadele alanlarından biridir bugün.

Bu kapsamda, geçtiğimiz günlerde acıyla andığımız, dünyanın ve ülkemizin en büyük iş cinayetlerinden Soma maden faciasının birinci yıldönümünde, bu alanda bir arpa boyu yol alınmadığını, her gün gelen yeni maden kazalarından, iş cinayetlerinden de anlıyoruz.

Soma’nın ardında bugüne kadar bin beşyüz üzerinde işçi öldü. Yani en az beş Soma katliamı daha yaşandı. Hükümet bu cinayetleri fıtrat, kader olarak açıklamaya çalışsa da biz üç temel sebebin bu cinayetleri artırdığını düşünüyoruz.

Bunlardan ilki başta taşeron olmak üzere güvencesiz çalıştırma biçimlerinin yaygınlaşması. İşçinin tamamen bir maliyet unsuru olarak görüldüğü, hiçbir kuralın olmadığı bir çalışma yaşamında bu cinayetlerin artması kaçınılmaz.

İkincisi ise örgütlenme hakkına yönelik 12 Eylül’den bu iktidara miras kalan yasakçı mevzuat.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük sendikalaşma oranına ve en az toplu sözleşme kapsamında olan işçi sayısına sahip ülkedir. Türkiye’nin bu alanda sonuncu olması ile iş cinayetlerinde Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü olması arasında dolaysız bir bağlantı olduğu açıktır.

Üçüncü önemli neden ise İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği alanının tamamen piyasalaşmasıdır. 2012 yılında çıkan 6331 sayılı kanununla beraber denetim özel sektöre ihale edilmiştir.

Taşeron çalışma düzeni ülkemizin hala en can yakıcı sorunlarından biridir. DİSK, başından beri, taşeronlaştırmanın tümüyle yasaklanması, tüm taşeron işçilerin asıl işverenin işçisi sayılmasını savunmuştur. Taşeron işçilerin aslında tek bir talebi vardır: “Taşerondan kurtulmak!” Hükümet yıllarca “taşeron işçi müjde” sloganıyla çeşitli düzenlemeleri duyurmakta ancak taşeron işçi sayısı artmakta, taşeron sisteminin sonucu olarak işçiler ölmekte, açlık sınırının asgari ücretle yaşamaya mahkum edilmekte, örgütsüz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bugün Türkiye’de her yüz işçiden sadece 5’i toplu sözleşmeden faydalanıyorsa bu durumun başlıca nedeni taşeron sistemidir, güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılmasıdır.

Bu toplantıdaki önemli başlıklardan biri de Özel İstihdam Büroları’nın işçi kiralayabilmesi. Bizim ifademizle çağdaş köle pazarları. İşverenin istediği zaman kullanıp istediği zaman kapı önüne koyacağı köleler yaratacakları, işçi simsarlarının işçileri kiralayıp ceplerini dolduracakları bir düzenleme bu. Bu düzenlemenin en çok kadınların istihdamı için düşünüldüğü ifade ediliyor. Yani söylenen şu: Kadınlar 3-5 çocuk yapacağı için eve hapsolacak, onların esnek bir şekilde evden çalışmasını sağlayacağız. Türkiye’de kadınların kendilerine dayatılan bu istihdam ve yaşam biçimini kabul edeceklerini hiç zannetmiyorum. İşsizlere iş bulmanın tek yolu kölelik değildir, olamaz.

Bütün yasakçı, anti demokratik yasalara, emeği köleleştirmeyi hedefleyen neo-liberal politikalara rağmen, işçiler bu deli gömleğini yırtıp atmaya kararlılar. Geçtiğimiz bir buçuk yıl, işçi mücadelelerinin, eylemlerin, direnişlerin giderek arttığı, adeta yeni bir dönemin habercisi niteliğindedir.

Bu vesileyle, sözlerimi iki haftaya yakındır kararlı bir mücadele sürdüren metal işçilerini selamlayarak tamamlıyor, kurultayın emeğin hukukunun korunmasına ve gelişmesine katkı yapması dileğiyle başarılar diliyorum.

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yükleniyor

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

SON DAKİKA HABERLER

ANKET

Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?

yukarı çık